31 Aralık 2008 Çarşamba

İki Sıfır Sıfır Dokuz…

Yıllara geçişler artık nedense eskisi kadar “aman efendim hoş gelişler olaaa” naralarımızla süslenmiyor olsa da yine de insanın içini sıcacık yapan bir kıpırtı olmuyor değil… yaşadığımızın karı bir yıl daha “yıl yığını” arasında yerini alırken, yine yeni umutlarla yüzümüzü hayırlı bir yıla dönüp “merhaba” demenin tam vaktindeyiz… bastık ayağımızı, çekenin bir yüzü kara :)

******
Bir hayal kırıklığı - bir tatlı heyecan dalgasında sinüsoidal gelip gitmelerle dolduysak, yine geçti, yine bitti denecek kadar kısaymış meğer dedirten zamanın t halinde kaldıysak ve yıllara meydan savaşında bir yol daha kat ettiysek ne ala… umutlarımızı bazen yolda bulduk ya da yere düştüğünü fark etmedik ama bu almanaktan da öğrendiğimiz çok şey var dostlar!

*****
Ben sabrımı tarttım bu yıl, doldum taştım ama kayıplara karışmadım.
Öğrendiğim yine çok şey oldu –bin şükür-, bir kez daha çok öğrenecek şeyim olacağını anladım…
Yıldızlı aferin!

*****

Geride kalan yıla teşekkürüm sonsuz, hala sevdiklerimle beraber olma şansını bana/bize verdiği için… Gelecek yıldan da en büyük harfli dileğim bu tek satır… Geri kalanlarsa sessiz harfler altında ufacık tefecik zamanlardan ibaret… yaşarken tadını çıkartmak üzere!

******


arada bir tıklayıp da ada sakinlerini mutlu edenlere sürprizdir! Prenses iftiharla sunarken, adını koyamadığı herkesi de kocaman kucaklar, iyi seneler diler...



buç'um; yeni işinle birlikte musmutlu bir yıl seninle olsun!
partişkom; bu yıl olacak, reklam dünyası seninle çalkalanacak, savul 2009 !! :)
gökç'üm; daha çok görüşeceğiz, eğleneceğiz.. ayt'ımı da seni de çok seviyorum!
yay kızı deli hatunum; go and visit Ukraine and i wish u a good love luck!
cic'im; unutmadım siziii... sizin yılınız olsun 2009, &still...ces't une belle histoire ;)
tuç'um; hola! mutlu seneler ola! bu yıl barça'ya geliyorum, kimse beni tutaamaaaazzz :)
metalik askerim; hayırlı tezkerelerin ola :) daha mangal yapıcaz boooolcana :)
özo'm; özlemeyelim bu yıl birbirimizi, kop gel hep istanbula :)
parizyenim; dalinin seni 2009'da da çoook sevicek!!!
blondie cookie'm; we missed the previous but maybe we could catch-up this year ;)
kedi yavrusum; kuzu bu yıl seni çok mutlu görmek istiyoo, bi de beyaz :)
seç'im; devirdik hayırlısıyla bu yılı, ama çalkantılı ama kahkahalı, teşekkür ederim yaşananlara haydi o zaman eller yine havaya, mutlu bir yıla :)
brk'ım; sen yine olduğun gibi kal, benim için sakın değişme :)
api'm; jr.ı bana bu yıl göstermezsen çekeceğin olsun ama çok da mutlu bir yılın :)
ürün yönetimim; (tuç&ferim); bu yıl da yüzünüz hep gülsün, seviyorum sizii :)dosealas'ım; nicedir hışır hışır sesler gelmez oldu adaya; 2009 bol şans getirsin sana :)
mevum; 2009da da yaşasın blog kardeşliği :)
demir çelik, ses veriyorummm!!! sizi seviyorum, mutlu senelerrr :)

******

Hal böyleyken,
İki sıfır sıfır dokuz, hazırız bekliyoruz…
Herkese en pırılından mutlu seneler!



2 Aralık 2008 Salı

birinci çinko...

günün anlamı ve önemi büyük;
bir çift tavşan patisi uğuru bu.

kader diye birşey var, ve hala yaşadıklarımdan öğrenecek çok şeyim...
ve ben sustum, sen söyledin...ben dinledim;

****
"Bir aleme indim yalnız
Yerde toprak, gökte yıldız
Bir yan susuz bir yan deniz
İki el, bir baş verdiler
Bir çift göz ağlar da güler
Dört bir yanda benim gibiler
Doğru söz içinmiş diller,
işte kalbin sev dediler
Bana yalan söylediler
Bana yalan söylediler
Kaderden bahsetmediler

Varsın böyle geçsin ömrüm
Neşeyle dolsun bari her günüm
Hani benim sevdiklerim
Hani gönül verdiklerim
Hasret gider ben giderim..."

27 Kasım 2008 Perşembe

telaşsız yazı...

Efendi gibi başından geçenleri anlatabilmeli, geride kalması gerekeni geride bırakabilmeli yürek…alışkanlıktan-belki de dalgınlıktan gidip gelip bir kıyıya bıraktıklarını tekrarlanan bir dalgada tekrar içine almadan…yürek efendiliğinden ölür de yapar mı yapmaz mı tartışılır…

yapmazdı'ları bir köşede bırakıp yapabilmeyi öğreniyor(uz) bu aralar. Yürek efendiliğinden ödün vermiyor, ama kendine karşı dik durabiliyor bu kez.. bu kez ayağını inatla o kıyıda ıslatıp, tekil çoğul çakıl taşlarının arasında köpük savaşının derdine düşüyor…ıssız bir kıyının neyine güven sorumsuz dalgalarında –bir kaşık su hesabı- boğulmadan, boğuşmadan…

ruhu dingin-fikri zengin zamanlarım var adada bu aralar…zamanlarım o kadar hızlı ki, yeni yürümeye başlayan bebeğin peşinde koşar gibi, biraz tedirgin ama bir o kadar güzel…bir taraftan düşerken diğer taraftan kalkıp, etrafına gururdan gülücükler saçıyor…

omzumdaki melekler mi cüretkar yoksa geç kalmışlığın gençliğe direnişinde bir dönemeç mi bu, farkında olmadan...

Uyudum, birkaç vakit önceydi...Bir dilek tuttum, sırçadan!
Dileğimden korktum, soru oldum…
Sorular cevapsızken, hoş geldin bir buket çiçek kokunla buralara…
oysa ki geçiyordun, uğradın…

******

biraz çikolatalı...biraz telaşsız... "tatlı" kasımlar...

31 Ekim 2008 Cuma

Yastık Altı Hikayesi

Evvel zaman olur ki; bir gece vakti karıştırılan eski notlar, eski dostlar, eski yüzler, eski anlamlar- anlam taşıdığı sanılanlar-, aldatmacalar; gün olur devran döner hesabı bir bir karşında yadedilmeyi beklemiş durmuştur. Hal mi kalmamış yürek mi dayanmamıştır bilinmez; zihninin duvarlarına çarpıp da geri geldikçe enerjileri artmış, içi içine sığmamıştır. Bu karmaşa süredursun erbab-ı yalnızlık olmuş, bir türkü tutturulmuş, geçmişten tozlu bir yaşanmışlık kalmıştır baki. Yastık altında yirmi bin fersah…

Mişli geçmiş zamanların birinde; bir peri yaşarmış...
Günlerden bir gün, zamanlardan pembe zaman,
Uykuya dalmış, derinmiş uykusu- ya da o öyle sanmış-
Aradığı belli, kendinden emin dalmış uykuya,
Bildiğinden aradığını, tatlı tatlı gülümsermiş etrafına…

O peri ki gün gelir “bulut olur, yağmur olur bize bakarmış;
Hem yakın hem uzakmış, yanakları al almış….”
Gel zaman git zaman; daldığı derin uykuda rüyaları harikalar yaratmış, kurgusunda besleyip büyüttüğü yemyeşil çimenlik, vadi olmuş, üzerine güneşler açmış. Kelebekler uçmuş, kuşlar doluşmuş. Papatyalı masallar, yerinden oynayan taşlar, tümden gelen bir ustanın yorgun ellerinde boyanmış...Mutluluk buysa, uyanmak nedensiz olmuş…

Yastığının altında biriktirdiği huzur dolu rüyalarından arta kalanlarla,
Böyle düzen olmaz olmuş, yazıldıysa bozulmuştur.

Aranan her ne ise geçmiş zamanda;
Kaybolmuş.
Darılmak, gücenmek yokmuş;
Yüzleşilmiş.
Sorgulayıp çıkılamamış işin içinden;
Vazgeçilmiş.

Tekerleme bitmiş; kalanlar kalmış, gidenler gitmiş; peri hep uykusundaki harikaları sevmiştir...
gökten üç elma düşmüş: duma-duma-dum.

14 Ekim 2008 Salı

Kuzu Bozması ve Çakıltaşları

Gelmiştir sarılmanın kaleme vakti, akıtmanın zamanı yüreği…kısa tutulacaktır söylem.. derindir, içinde saklıdır özneleri..nesneleri..

Müsaade isterkenki halet-i ruhiyemin izdüşümümü, yoksa kendime zorla da olsa kabul ettirdiğim gerçekliğin hüznü müdür halen süregelen bilmiyorum..ama kuzunun bilinçli farkındalık evresi devam ediyor.. kuzu bozması bu…

Gelgelelim zamanı iki ters bir düz yaşıyoruz da, ne kudretli bir kuzu genidir bu ki sevincimiz kahkahamızla bir anda şenlenirken, sinirimiz boğazımızı tıkayıp bir hıçkırıkta son bulabiliyor. Son bulmaların gönüllü tercihi mi yapılan, istemeden kırılmak mı ya da kırmak, yoksa kuzu kuzu boyun eğmeyi öğrenebilmek mi büyümek…?

Ben çözümü artık sahil kenarında arıyorum. Toplayıp çakıl taşlarını avuçlarıma sektiresiye fırlatasıya oynamak istiyorum… her çakılın ismi, şemalinde saklı…



hayat çakıltaşlarının üzerinde yürürken, aslında suyun serinliğini hissedebilmek değil midir..
kuzu her zaman saftır, yumuk yumuktur, sevimlidir...

14 Ağustos 2008 Perşembe

müsadenizle...

bana edecek kelam kalmamış bu aralar..
kah bir teşekkür, kah bin nasihat...kim nasıl isterse...
ben kaçıp gideni oynuyorum, sense oyunbozan.

*****

"Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.

Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.

Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz...

....


CAN YUCEL"

30 Temmuz 2008 Çarşamba

bir hadise var...

siz deyin ilk gençlik hevesleri, ben diyeyim akdeniz kıyıları... ya da körpecik küçücük fıçıcık zamanları.. bir varmışız bir yokmuşuz derken büyüdüğümüz anları..

hem ağlıyorsam da nedeni var...gülümsüyorsam da...
her anımızın bir nedeni olduğu kadar...
herşeyin bir nedeni var...

....

Başımda deli sevdalar yüreğimde yar
Gözlerim bir mihenktasi aynalar kadar
Dallarimi kirdilar da susar leylim yar
Korkarim uzaktır yollar gençliğim kadar

....

falan filan...

10 Temmuz 2008 Perşembe

makyajsız yazı

sabahları yataktan kendimi, yastığımı, hatta utanmasam komple yatağı sürüyerek kalkalıberi neredeyse dört yıla geldi.. ne şevk kaldı, ne heyecan.. tabir-i caiz midir bilemem hocam ama domuzluk diyoruz biz buna; mahmurluktan hallice olanı..

hani eskiden dillerimizde ezber "erken yatarım, erken kalkarım..." hatta üzerinize afiyet "bir yumurtayı sütle çırparım"..ama bi de yanında "kızarmış ekmek, biraz da peynir".. hakkaten "aman efendim, ne güzel yenir..." şarkısı değil miydi? yalan. külliyen yalan. bu da bir çeşit öğreti.

eskidendi bunlar, çok eskiden... hayat üzerimizden hızlıca geçmeden önceydi...
"bu şehir insanı hayli yoruyor.."ben bunu bilir bunu söylerim;melodi de gereksiz heyecan da yok, sakin serseniş hesabı.

kalmadı ki yaz gününün taze güneşini gördüğünde bile mutlulukla gerinecek bir yürek..
kalan varsa ne ala.
ben yastığa kafamı gömmeyi tercih edenlerdenim...

herşey gibi sabahlar da makyaj güzeli artık.. hey gidi!!

1 Temmuz 2008 Salı

kordonun yıldızı,yakamozu,keskin tuzu tadında...

nasıl da özledim seni şehr-i "belle"...
ne yıldızın, ne yakamozun kaldı sayıklamadığım, ne havan ne suyun.. hatta cantların bile.. bu son melodik esinti de özlemime tuz biber, yine kalbim ege'de kaldı bu aralar... özlemim boyumu aştı, özlemim kordon boyu...

kah devirdiğim yılları nasılda huysuz geçirdiğime yandım; kah doğru bildiklerimden nasıl şaştığıma... kah büyüdüğüme yandım, keşf-i diyar yaşımdan bir çıpıda geçtiğime; hatta gezmediğim görmediğim köşem kaldığına hayıflanırken, aslında toz bulutu güzelliğine yeniden daldım.. daldım da yandım..

hayatı tesadüflerle mi yaşıyoruz kaderle kesiştirirken, tuzlu deniz mi tesadüf hep karşımıza çıkıyor; yoksa biz dalgalanmaktan mı korkuyoruz.. güneşe doğru yüzümüzü çevirirken; hep mi karşı sahile vuruyor içimizden geçenler... tesadüfün kıyıları aslında içimizden geçenlerin yarattığı dalgalarla şekilleniyorda ondan mı hep hayatı kaçırıyoruz... hayatı kaçırdığımıza yanarken, sahil boyu sabahlıyoruz...

ama ben ben göz vuruşuyla yerlebir olan zamanları da bilirim...
ucundan tutar, koluna girer, yine bilirim...
ben o günbatışarında, gündoğuşlarında balkon keyiflerini de bilirim...
tadını da tuzunuda bilirim o şehrin...
çırası yananları da...

bu aralar topuk tıkırtısında delikanlı makamlar...
bu aralar buralarda izmir kokuyor..
burnumda tutuyor taze çiçek zamanlarım...
özleminden tesadüfen kadeh vurulacak bir yaka aranıyor...

12 Haziran 2008 Perşembe

bakım onarım-onamam

vücudumda biriken laktik;omuzlarımı yerçekimine yenik düşürdüğüyle kalmayıp, koltuğa paralel duruşa zorluyor.. yani haftanın daha sallanır gününde sekizyüzbilmemkaç mil yapmak yaramadı.. anacım, hakikaten yüksek yüksek tepelere ev mev kurmasınlar, atı yelkeni onların olsun, uzuuuuuuuun köprülerden geçedursun; ben almiyim... se bai dü :)

puffffffff... hakikaten bu yorgun ve durgun ruhani salınımdan acil uyanmam, uygun adım hanenin her köşesine ulaşmam; elimin yettiğince toparlanmam, üstüne üslük erken merken kuzu saymam gerekiyor..

sıpa the jr çit atlıcak bu pazar..
seferin seyri; sahil kasabası
nedeni "birlikten kuvvet doğar" hesabı...

o halde; gelir noktası üçlü beşli
söz biter prenses gider yazı kalır...

hiç dik açıya gerek yoktu şimdi ama, neyse :))

5 Haziran 2008 Perşembe

içindeymişik yeşilmişik...

- hoşgeldin cuuun :)
sene-i devir mi dersin, tarihin tekerrürü mü sana kalmış ama doğru bu kez biraz geciktim sana, ne desen haklısın!
yaz çocuğu olmak böyle bişi.. böyle bir kendini bilmezlik, efendime söyliyim bir sahiplenme; sanırsınız patentini almışım dörtmevisimin birinin! zaaf efendim, yaza zaaf bu, güneşe zaaf, masmavi sulara, cıvıl cıvıl doğaya zaaf.. iyi etti gelmekle, kırmızı halı lütfen, ışık, maestro ve perde!

********

yıldızsal damıtmayan ne olsun! konu burada sun-i solumla hayat buladursun; ben hayatıma yeni giren tempolu ritme alışmaya çalışmakla meşgülüm.. bir ki bir ki, nefes al, nefes ver, düz yürü, yamuk yürü, koş hatta.. haydi hop hop, altın top! şu sıralar -ki bu yaz çocuğu olmaktan da kaynaklanıyor olsa gerek- bu pozitif kutup, çekecek negatiflerini arıyor :) spor yapmak önemli, allah tamamına erdirsin :))

sen de yaz yaz yaz...

*********
hayat her zaman şen kahkahalı paragaflardan oluşsaydı, okur dururduk, dururken gülerdik, gülerken okurduk.. ama öyle olmuyor işte her daim, bu açık, hatta arsızlığımız şöyle dursun bir çeşit azınlık raporu bu, çözümle çözümleyebilirsen.


bkz yıldız geçiti yok; hem-men burada dipnota geçiyoruz:

dipsiz kuyuladan çıkıyoruz, yönümüzü alıyoruz, pruva!
ama ama ama bi kedi gördüm sanki, evet evet bi kedi gördüm!!!

adada keyfin biri bin para; hoşgelişler, güzellikler ola..

28 Mayıs 2008 Çarşamba

trt ankara çocuk korosu


Doo-reee-miii
Do re, do re miii
re mi faaaaa, re mi re mi faaa
bu bir şarkı,bu bir dilek
seslerden sözlerden bir demet
bir özlem, bir niyet
sevgiye barışa bir davet
çağırıyor, kardeşliğe,
güzele doğruya iyiye,
katılalım dilersek bu sevgiye dilersek ezgiye...

yükselsin göklere bu dostluk şarkısı
ulaşsın kalplere barışın çağrısı
düşmanlık olmasa insanlar kardeştir
savaşlar olmasa dünya cennettirr...


do re mi... do re dore mii
mi dooo...do do...


nostaljika serisi oldies but goldies TRTyle devam ediyor... yok efendim bizde maşrapa falan..bildiğin chorus yaklaşımı..

efendim hikaye özeti şöyle;
hastaydım, muhtemel bir çocukluk rahatsızlığıydı
bilimum ilaç plus tam bir haftalık istirahat
peki ben nasıl mı geçirdim, henüz tek haneli taze kardelenken o bir haftayı..
tanrım her sabah,
ama her sabah,
tam bir hafta her sabah
bu şarkıyı dinledim ben.. :S

sınıfa eli boş dönmek olur muydu,
ahhh, ahh,
durumu kontrolüme alıp tamamen pedagojik daldım...
minik ted minik ted olalı böyle şarkı öğrenmemişti :))
detone kaygımız da yoktu, ohh.. çalsın sazlar, vur beline kazmayı!!!
yıldızlı aferin :)

26 Mayıs 2008 Pazartesi

köpüklü hatıra...

efendiiiiimm.. kendi nostaljimde boğuldum bir geceye daha hoşgeldiniz... mevzu derinlemesine derin, hatta bol köpüklü "efes" kıvamında... nasıl bir ilk gençlik coşkusydu, nasıl severdim, nasılda "fanatik"tim... gayri-ilginç bir tedasüfle denkgeldim aslında, sepettopuna dair bir söyleşiye.. sonra peşisıra dizildi kareleri heyecanın, muzip bir gurur da cabası.

hatta hiç unutmam, kasabamızın domestik demokrat yayıncısı hep yek radyomuzdaki o güzel sesten, birbiri ardına istediğimiz istek parçalarda adı geçen "FSgirl"düm ben.. o zamanlar daha mı masumdu herşey... henüz açılmamış körpe bir nickname'di benimki naçizane! şimdiyse popülerite unsuru, gözü total açık bilinen bir olgu olmuş.. "fskızı" diye birşey varmış azizim.. ben takipetmeyeliberi neler çıkmış.. bir varmış bir yokmuş olmuşuz artık; şaşırdım.. Şaşkınlığımı takiben gülümsedim.. komik mi, trajik mi kestiremedim...

Ne büyük tutkuydun; uğruna albümler hazırldığım; t-shirtler bastırdığım, gidemediğim maçların en hakiki ekran başı olduğum; "fast break"in tüm sayılarını aldığım... "bu oyunu seviyorum" diye bağrınırken; hatırlaması en keyifli alkol bağlılığımdın...


Hatta hatrımda kalan en güzel duvar yazısıdır, Benetton maçı öncesi o gazete köşesinde okuduğum;

"bu gün canım İtalya'ya gidip Efes içmek istiyor"

ohh ne keyif, ne keyif.. var mı ötesi... :)
bize şapka çıkardıkları günlerdi o günler, gururumuzun tavan yaptığı...başarıyla dövmekti kabası...Naumoskiydi, Ufuktu, Tamerdi,Volkandı,Murattı,Mirsaddı,Conraddı,Hüseyindi gururun adı...

En nesnel hatr-ı meşgüller listesindeyse ilk sıradadır Stefanel maçında heyecandan kırdığım berjer koltuk, abimle kaytardığımız yazlık zorunluluğumuz, evdeki boya kokusu, müthiş patates kızartmalarımız..

ah be okur, diyorum evet; ben de "hey-gidi günler" diyorum...vay halime...

dipnot:

bu post, "1996 Koraç Kupası" heyecanını yaşayan tüm dostlara tebessümle hatırlanması için detaylandırılmış, ballandırılmış, sulandırılmıştır...

yok yok, kendi nostaljimde boğuldum derken şaka yapmıyordum ;) ama başkaydı efes..

22 Mayıs 2008 Perşembe

gökte ne var.. gök boncuk!

ne çabuk geçiyor zaman; eve dönüşlerimle yatışlarım arasında..
hani erken de koyamaz oldum yastığıma kafamı..
sözde zamanı maksimumda yaşıyorum..
bu bir çeşit adaptasyon sanırım.. kardiyovasküler...
-----
adapte olmak gereken neden bu kadar çok şey var!
-----
ben iyisi mi postun anlam ve önemini anlatan bir şarkı mırıldanayım..
esneyelim; hooopbacııkk:
"uçtu uçtu kuş uçtu
yandı yürek tutuştu
aldırmazdı kimseye
bak ne hallere düştü"
:))

yeter ki nazar değmesin!

20 Mayıs 2008 Salı

farkınday"mış" gibi..

bilmesine biliyorum; farkındalıksa almış başını gitmiş.. kolay çıkılır eğik düzlemdir hayat.. dengesini doğru kurabilene.. dahası verilmiştir akıl, uygulamaya alasın diye..bilerek uygulayasın, farkında yaşayasın diye..

peki bu kadar farkında olup da ne diye kalkansız kılıç kullanırsın diye sormazlar mı adama.. sorarlar..ortalıkta bir sürü küçücük fıçıcık varken, gözünü kapayıp, elinin tersiyle de itemez ki insan..sorarlar..

oyunu kurallarıyla oynayan mı kalmış.. kurallara uymak mı yanlışmış, oyun yanlışın farkında olmak mıymış..
hayatın devrikliğine inat, -mış gibi yapıyorum,
ama hayat çizgilerimi artık taşırmadan boyayın lütfen..


dipnot:
...
kendini seçemiyorsun; bırakıp kaçamıyorsun
yazmadığın bir hikayede, uzun ya da kısa vadede
az biraz keşfediyorsun..
öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi,geride durabilmeyi öğreniyorsun...

ne gemiler yaktım; o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım..
ne göreyim kendime yıldızlardan daha uzaktım..

bu kızı yeniden büyütmeliyim....
...farkındayım...

2 Mayıs 2008 Cuma

prenses prenses olalı...

hayat herzaman istediğimiz yönde gitmiyor azizim.. sanırım bu cümle üzerinde "mutabık" kalmayan yoktur..

Peki hayatın bizi götürmek istediği yer ile gitmek istenilen arasında fark olursa ne olur, işte o zaman yöneylem duygumuz tavan yapar ve hızla dümene sarılır tersinir harekete başlarız..hakkımız var mı var..yer mi hayat.. yerse ne ala..

okurdan uzak kaldığımı bu aralıkta sürekli bir dümen kırma halindeyim.
gelgelelim, bu durum arzını müteakip hayata fiktif girişler yaparak defacto düzeni bozmaya da niyetlendim...ama hani o kaçışların en süslüsü var ya; hani o "kaideyi bozmaz" denen can sıkıcı durumda olduğu gibi, bir süreliğine kendi çözümlemelerimle başbaşa yol bulmaya çalışıyorum...

prenses prenses olalı, hayatına dair to do list.i hiç bu kadar kabarmamış, hiç bu kadar sorgulanmamıştı..

olacağına varır işler azizim, hayat böyle..herzaman istediğimiz yönde gitmiyor..
kır dümeni, kır dümeni!!

Lambaya püf!

21 Mart 2008 Cuma

bonjour :))

farkındayım kahve molası baya uzun sürdü, bana bişi olmadı, burdayım.. şükür tabi.
saygısızlık sanmayınız sakın; biraz teknik, biraz üşenmişlik, biraz "aslan kaçmış müdürüm" ayakları bunlar..hoşgörüşlere açız.

ama tarihe baktım da -bak sen- ; ayıp edilmiş hakikaten! ayıp benim, özrüm kabahatimden büyük. hatta skandal!!
kusura bakmayınız.
ömürden geçip giden günlerde hani yaşlanmışlığım bir tarafa, özel günlerde yapılan piklerin de kalmamış esprisi, hatta erken cumartesilerimin nedeni bile bende kalmış..

yanaktan bir pöti fransız öpücüğü, bir makas alınmış.

ha tabi bu arada prens kocaman bir türkiye coğrafik gezisi yapmış, eli boş gönlü hoş dönmüş,
prenses sıkılmış..

haksız bulmuş birilerini prenses, diyardan mı gitse, deveyi mi gütse bilememiş,
azıcık inancı, güveni yıkılmış; ne yapsın, gülümsemesiyle dövmüş, üzerine kahkasını koymuş...

mişli geçmiş, olmuş bitmiş..
yıldız yıldız gözleri varmış, bi varmış bir yokmuş...

3 Şubat 2008 Pazar

bir kahve molası da benden..

bugün öğleni günle birleşiren vakitte (ki iki gündür sabahı kaçırıyorum) edilen kocaman pazar kahvaltısı sonrası uzunca bir müddet bir arayışa giremedim haliyle, ve fakat gelin görünki kriz tatlı tarafımdan vurdu. İtina ile yapılan noktasal bir atış cheesecake browni zaferi ile sonuçlanırken, konu itibariyle ekte realitesi yaşanmış fotoğraf karelerinin arşivden çıkma vakti ziyadesiyle gelmişti artık...


ve karşınızda sıkıcı iş hayatımızın; iple çekilmekle birlikte zevkli hale getirmek için daha genişleterek kullanılması arzu edilen öğle tatili son dakika manzaraları:




(zira bu noktada reklama giremeyeceğim ama hakikaten kreatif ekibin ellerine sağlık :) değil mi kuzularrr)


kahve ve tatlı neden bu kadar iyi bir ikilidir,
bir o kadar zararlı,
bi o kadar da çekicidir???
peki tiramusu neden bu kadar kolay ağızda erir ve türk kahvesini gerçekten türkler mi keşfetmiştir...


sorularımdan fevkalade memnun bir şekilde kafamda binbir beyaz baloncuk, nedense tarihi tekerrür ettiği bu pazar akşamı dinlenme halini almaya kaçıyorum... farkettiyseniz bir pazar akşamı olağanüstü keyifsizlikle kalmışım adada, ha bir hafta geçti mi geçti elbet, ama yine bir haftasonu da geçti, üstelik çarçabuk!! entegrasyon tamamdır!


bknz dipnot vermeden geçemedim :

çünküüü pazarımızı kapatsakta hakkını yemeyelim şimdi o güzel cumartesi akşamının; soframızda mezelerimiz, akordiyonlu mehmet abimiz, Güven Kıraç ve dostalarıyla beraber ve solo şarkılarımız..nameler inlerken, "haydi 'Boncuk' hepberaber" şakıyalım ama arada"duyarım yazmışsın iki satır facebook, vermişsin trene halimi unutup" abiye de afiyetle kaldıralım... hatta "ya kendin gel, ya da mail gönder" değil mi ama :)) hatırlamaktan ziyadesiyle çekindiğimiz tek kare kalamar olsa da..


ay be saykokilırr,wowowo wowowowowo, nasıl bir karmaşa yaşamışız be!!
yok iyi geldi iyi :)
eğlendik.
kod adı m.o.j.o.

27 Ocak 2008 Pazar

haftanın sonu, bir nakarat gibi..

son saatleri yine haftasonunun, yine son dakika yorgunluğu çöktü üzerime, nedense :)
yarın yine pazartesi, yine değişmeyen sendrom, yine erken saatte çalan saatin sesi..
kesinlikle haftasonları daha uzun olmalı, ben bunu bilir bunu söylerim.. ki hafta içleri çekilebilir olsun.. şimdi bi ıslık tutturup başlamama az kaldı; "pazar günleri pazartesi alır beniiiii....kıymetini giderken anlamak gibiii.......haftanın sonuuuuu, bir nakarat gibiiiiii..."

neyseki bu hafta içi dostane gecelerle oldukça keyifli geçti.. biraz izmir'imin havası geldi uzaklardan; ziyadesiyle sıkışık zaman dilimindeki en uzun muhabet edildi.. muhabbet güneye gönderildi.. üzülündü..hafta sonu uzundur gidilemeyen bibuçuk ziyaret edildi...gülündü eğlenildi..
pazar keyfi yapıldı edildi.. gel gör ki yarın yine pazartesiiiii!!

yani şu anda sütümü içmiş, yarınki kostümüme karar vermiş, yatağıma doğru ilerlerken diyebileceğim tek şey:
bö, bö ve yine bö..


11 Ocak 2008 Cuma

hip hip hip-nose..!

vücut ritmim gittikçe haleti ruhiyem gibi düşmeye başladı, üstüne üstlük soğuk alıyorum..ama işin kötüsü soluk alamıyorum.. aldığım oksijenin yetersizliği de bu ritim düşüklüğüne sebep olabilir elbet ama ben bunu tıkalı burunlar yasasından ziyade heuristic yaklaşıma bağlıyorum.. kulakların çınlasın be Beno! if.. then...

kokusu yakında çıkacak bir dizi entrikanın ortasında burnum tıkalı oturduğuma mı yanayım, zamanın değerini maksimumda bilip yaşayan bir insanken saydığım 60'lık dilimlerin yavaş seyrine mi dalıyım; bilemedim. buyrunuz gülün bittiği yerden koparınız.

tüm bu bohemik durum içinde iyi ki varsın d(l)ost!! Aramıza giren uzuuun "bir" yıldan sonra üçerli beşerli kampanyalı dönem gibi sarıldım sana yine, stoklarla sınırlısın biliyorum..en azından tükenene dek çekilir hale gelen "eve dönüş"lerim var elimde. ama bu muzip ve şakacı transport phenomena için sonrasına yine yeni yeniden b-planları gerekecek... (bkz. Beno's mathematical modelling&simulation)

ahah! aslında en büyük plan ortada; acilinden bir ev bulmam gerek..
mesela merkezi konumlu, masrafsız, mesela ara katta, kombili,1+1.... ve mümkünse sahibinden.. :D sadece 3 ayım var..

Bu bir seferberlik ilanıdır!!!!

8 Ocak 2008 Salı

kırık vazo güzel nasıl görünür!

hadi bakalıııımmm...
bu; "yaşar ne yaşar, ne yaşamaz" misali topikten nasıl bir ruhani iç bütünlüğü yaşadığımı az-buçuk anlatabilmişimdir umarım.. derin bir sorgulama mevzu bahis, üstelik olaylar hakikaten enterasan.. Üstelik bunlar garip şeyler ve bir o kadar da tuhaf (her hakkı saklıdır)

hayatın her aşamasında öğreneceğimiz bir dolu "altın" kural var.. gün olur devran dönermiş hem; ve o gün olur suya sabuna dokunmadan nasıl iş yürütülürü öğrenmek de nasip olurmuş.

bir zamanlar yol yordam nedir bilir, uyar, uygulardım.. inanır/inanmaz ama algoritmik de olsa ritme uyum sağlardım.. dım diyorum çünkü son günlerdeki şok dalgalarının frekans bozukluğundan mıdır bilmem algı eşiğim 7onda 4, onda beş! sallana yuvarlana bir hallerdeyim.

isteyen uyumsuzluk desin, isteyen yıldız haritalarından destek alsın.. sonuçta yine hayatın altın kurallarına çıkıyor yollar... ve ben bu serzenişimi kırık bir vazoya kırık tarafından bakıp, onu kullanılmayacaklar bölümüne koymama savaşımda, bir demet çiçek bulmak için yapıyorum..

kimbilir, belki de çiçek o kadar güzel yerleşir ki, kırık vazo yeniden iş görür raporu alır...hatta ve hatta dekoratif obje olma özelliği kazanır..

hatta mis gibi koku saçması da cabası, hani çiçeksel sem"pati" :)

Lafım pozitif düşünceye, düşünceye erdirene.. teşekkürlerimle..