19 Haziran 2019 Çarşamba

İçimdeki Küçük Kız..


İlkokuldaydı ve henüz birinci sınıfın birinci haftasında..
Öğleden sonra bahçede oyun oynayacaklarını ve en sevdikleri oyuncaklarını evden almaları söylendiginde küçük kızın neşesine diyecek yoktu.
Tam gün bir okul, öğlen servisle eve gidilir, yemek yenir ve tekrar okula dönülürdü.
Eve gidildi, yemek yendi ve okula yine neşeyle dönüldü.
Buraya kadar herşey tamamdı, ta ki, aktivitesine en sevdiği oyuncak bebeğini evde unuttuğundan getirmeyip,
herkes bir heves en sevdiği oyuncakları ile oynarken kendisi bir bankta onları izleyip oyun saatini doldurana kadar.
Ne gündü!

*****

Peki ya,
30 yıldır o anı unutmayan içimdeki küçük kız, 'nasılsın' ?
...
'neden unutamadın' diye sordum,
Gülümsedi ve 'unutkanlığı yakıştıramadım' dedi kendime.
'Neden' dedim?
çünkü 'başkaları' onu öyle hatırlayacak , o başkaları aslında arkadaşları olacak ve o hep unutkan bir kız olarak kalacak diye.

*****

Kalbinden sarıldığım.
Zaten oldu olası asıl derdi kendi ile.
0, 'başkaları ne düşünür'leri olmasa herşeyi çok kolay sindirir, gölgesine hırslanmaz, kepenkleri indirmezdi ama,
o günkü 7'sinde neyse, şimdilerdeki 37'sinde de aynıydı işte.

*****

Çok olmadı, kafasını kaldırıp , düştüğü hayal kırıklıklarından uyanalı.
Uyandığında gördü ki; 'eksik hissetmek' korkusu bunun adı.
Hangi kuşak genden, hangi tepkiden, hangi doğum hadisesinden, hangi kişiden geldiği bilinmez olsa da artık teşhisi var.
Cesaretinden sarıldığım.
Ve uyanırken aslında gördü ki; bundan herkeste biraz var.
Bazısında benim gibi çok, bazısında kararında bir söylemde, bazısında ise kendini bilmez derecesinde.
Bunu da kendine itiraf etmek büyük mesele.

*****

Bence içimdeki küçük kız, 'kendi yörüngende başardığın şey büyük' diyorum.
Yaşadığın ve savaştığın da öyle.
Kendine dönme, kendini kabullenme hevesindeyiz, yolun yarısı dediklerini devirdiğimizden bugüne.
Kendimize hediye ettiğimiz en kıymetli hislerle.
Yeniden konuşuyoruz, düşünüyoruz birlikte.
Oyun oynayarak.
Keyif alarak.
Elden gelerek.
Çocukça abartarak.
Yetişkince akıl koyarak.
Tevekkülle daha kolay olacağını söylüyoruz birbirimize.
En çok da sen bana hatırlatıyorsun bendeki gücü, hatırlayınca da mutlu oluyorum.
Ben biriken keşkeleri silmeye çalışıyorum, senin hiç keşken olmamasından yüz bularak.
Sen de iki elin belimde taklitimi yapıyorsun.
Saflığından sarıldığım.
Gülüyorum.
Sanki bana sen ögretmemişsin gibi bu duruşu, sıyrılmasını da biliyorsun işin içinden.

*****

Artık daralınca yüzümü ona çevirdigimde, son on yıllardır başka yerlere akan enerjimin yönünü degiştiriveriyor, yeniden yapilanmaya gidiyorum.
Deniyoruz.
Özür diliyoruz.
Varsaydıklarımıza inat kibarca yoksayabiliyoruz.
Kibar olmamız da gerekmiyor.
Biz bizi biliyoruz.
Yakınlaşıyoruz ya da uzaklaşıyoruz.
Bir hayli de şükrediyoruz.
Başrabildiklerimiz de var, kabullendiremediklerimiz de , ama yolumuz güzel, sonunda da kenarlarında da hep ışık var, görüyoruz.
Gözlerimizin içine bakıp, gerçeğimizi samimiyetimizle seviyoruz.

*****

İyi ki varsın içimdeki küçük kız.
Sen bana, ben sana, biz hayata emanet.
İyi ki.

12 Haziran 2019 Çarşamba

Butik Tatil Hobisi..

Butik tatil benim hobim.
Gezgin değilim ama gezmeyi, görmeyi oldum olası çok severim.
Bunun için de büyük zamanlar harcamayı ve büyük planlar içinde boğulmayı tercih etmeyengillerdenim.
Benim yorgunluklarım ve hayattaki akışlarım farklıdır biraz.
Verdiklerimle aldıklarım arasındaki küçük hesapları bilmediğimden ya da önemsemediğimden sanırım.
Hesabım bence iyidir, farkındalığımsa tavan ama anlayışım farklıdır, bunu biliyorum.
Haliyle yorgunluklarım da. Yorgunluk tanımım da.
Zaten birşeyi nasıl anlatırsan öyle hissetmişsindir ya da nasıl tanımlarsan öyle anlamış ve yaşamışsındır.
Bende durum hep böyle oluyor. Nasıl bakarsam öyle.
O yüzden, benim için anlatımlar ve tanımlamalar üzerinde düşünmeye hep değmiştir.
Son yıllarda yaptığım 'kısa zamanda çok şey' tatillerimin diğer adı 'butik' bu yüzden.
Kısa ama doyumlu bir zamanda,
Kendine has ve keyifli içeriklerle,
İçinde hep benden birşeylerin olduğu, fiziken yorsa da tatlı gelen, zihnimi rahatlatan, gözümü açtıkça, gönlümü şenlendiren, kattıklarına kendimi açtığım, hoşluğu ve hoşnutsuzluğu tarttığım,
yıllar beni büyüttükçe de, benim de kendimi dönüştürmesine teslim olduğum.
Bir nevi hobi edinmişliğim aslında.

******
Butik bir tatil için, zaman en kıymetli şey.
O yüzden erken olan vakitte kalkıp yollara düşmeyi zul görmem kendime.
Bilakis, erken kalkanın yol aldığının somut yaşanmışlığıdır zaten bu.
Küçükken ailecek çıktığımız tatillerde de yollara kuşluk vakti dökülmelerimizden geliyor galiba bu durumu garipsememezlik.
Hem günün doğumu da kaçırmamak gereken, doğanın uyanışına tanık olduğun en güzellik an, en mucize görüntü değil midir? Her gün silbaştan. Her gün taptaze.
Erkencilikle sadece esnemenin bir gizli anlaşması var.
Esnemenin de yüz kaslarını oldukça rahatlattığını biliyorum.
Gerisiyle de ilgilenmeye ya da yorgunluk söylemlerine gerek bulmuyorum.

******
Herşeyin bir oluşu, bir hikayesi var elbet.
Pek tabi, yanıma hep bir yol arkadaşı alma şansı bulduğum butik tatillerimin de.
Gezmeyi seven ama çalıştığından sebep hafta içi -o kendin için kullanmanın lüks görüldüğü- izinleri alırken kılı kırk yarmaktansa, izni almayı tercih etmeden de olur mu kafasıyla başladı bu hobi.
Alan yaratıldı, üzerine çalışıldı.
Kurumsal hayatın içinde, risk almayı sevmeyen, bugünlerin yarınları da var iç sesleriyle kurtuluş savaşını veren iş insanıysanız, anlarsınız eminim.
Ama sonraları, tatil yapma şeklim yüksek bir oranda bu oldu.
Bence zeminim müsaitmiş.
Mayası bindörtyüzlü yıllardan gelen meşhur taş fırın pizzacısının hamuru gibi.
Aile dizsek, muhakkak birileri daha çıkar bu mayadan.
Yan gelip yatıcaz diye beni iki günden fazla aynı yerde tutmak pek kolay olmuyordu çünkü.
Bir şekilde buluyordum bir hareket, arıyordum bir hikaye.
Son on yılımda, 60 'dan fazla irili ufaklı yabancı şehir, ondan da fazla yurtiçi güzellikleri gezmişimdir.
İmkanlar dahilinde. İmkan yaratmalar dahilinde.
Anlatılacak hikayelerimin olması için çıkmamıştım yola ama bir sürü hikaye doldum.
Tükenen bir düzende, havuzun dibindeki açık musluğa inat cümlelerim, kalemlerim doldu.
Çünkü böyle yaşadıkça herşeyden az görünse de aslında herşeyden çok oldu elimde , cebimde, aklımda, gönlümde.

********

Bazen sadece biraz deniz havası ve o turkuaz sularında serinleyip yüzmek için,
bazen o denizden babam çıksa yerim sofralarında, vejeteryan da olsan seni mutlu edecek omega ruhu için,
bazen okuyamadığın o kitap var ya , ya da ansiklopedi, ya da wiki, işte onu en kısa yoldan görerek okumak için,
anlamlandırmak, daha iyi anlamaya çalışmak için,
bazen o okuduğun ve kafanda resmini çizdiğin hikaye mekanlarında olmanın, kafandaki resimle 7 farkını bulmaya çalışmak ya da sadece orda bulunmak hazzını yaşatması için,
bazen günbatımından sonra gökyüzünde yıldızları seyredip , 'acaba bu koca evrende yalnız mıyız gerçekten' diye bir kez daha sormak ve kayan yıldızda tutacağın dilekler için,
bazen aslında hiç dinlemeyeceğin bir müziğe kendini bırakıp zıplamak, kutlamak, kutlanmak için,
bazen sadece o cheesecake'i tatmak, tadından yenmeyeceğinden önce bir fotoğrafını almak için,
bazen o kahveyi yudumlarken sokaktan geçen insanları seyredalmak , hayatlarını kurgulamak , modasını, havasını yakalamak için,
bazen de bu kahve işte burda içilince bir başka oluyor demek için,
bazen bir dağın tepesinde bembeyaz bitki örtüsünün tüm karanlığı nasıl da aydınlattığına bir kez daha oksijene doymuş olarak kanaat getirmek için,
bazen tarihin içinde bir yolculuğa çıkmak, tuğla taşının sıcağından duvar boyasınının kokusuna geçmişi anlamak için,
bazen geçmişine bir iz bıraksın diye fotoğrafladığın tarihi çınarın altında eski usül marka ile çay içmek,
bazen çok okuyanla çok gezenin paradoksunu tanımadığın bir yabancının samimi sofrasında tartışmak için,
bazen hayatın kendi tesadüflerinin seninle tanıştırdığı kahramanlarını daha iyi tanımak için,
bazen de sadece öyle olması güzel hissettirdiği için çıkıyoruz yola.
Küçük zaman dilimlerine sığdırdığın büyük işler, bazen tatlı, bazen de biraz tuzlu olsa da,
Göz kararı bir matematikle, almak ve vermek arasındaki mesafeler düzenlebiliyor.
Önceliklerin yer değiştirmesine, mutlu anların ortalıkta farklı giysilerle gezinmesine izin vererek.

******

Aynı yerde kalmak, yan gelip yatmaktan öte keyif vermemeye başlıyorsa,
Hayatta seni besleyen aslında, mühendislik öğretisi gibi gözle gördüklerin ve deneyimlediklerin ise,
Bunlardan pek çok şey öğreniyor, öğrendiklerini kadimce yorumlayabiliyor, hayatına katabiliyor, cümlelerine ekleyebiliyor ve hepsinin sonunda, deneyimlediğin hoşnutsuz da bıraksa, kocaman bir 'iyi ki' diyorsan,
Ömründe geçirdiğin ve ortalama geçirebileceğine göre kalan zamanı, zaman biriminden düşünüyorsan ve bu sana biraz daha hızlanmayı, tadını çıkartmayı söylüyorsa kendi dilinde,
an'ı yaşamak için, o an'ın içinde kalmaksa derdin,
Uyumlu olmanın keyifli ve hafifletici olduğunu biliyorsan,
hem özgürlüğü hem de planlı olmayı, kendi terazinde dengeleyebiliyorsan,
Planlı olmayı , tıpkı hesap yapmak gibi iyi biliyor ama karşılaştığın tesadüfleri de yoluna katabiliyor ve sonunda yine tat alabiliyorsan,
Bu ana kadar sabırla okudukların bile, kendi elini omzuna götürüp, yavaşça kendine dokunup, yine kendine gururlu bir 'helal olsun'u söylemeyi hakettirir bence.

******

Niyetler demetimiz büyük.
Beklentiler demetimiz dengeli.
Sonrası sadece tadını çıkarma işi.
Butik tatilse güzel iş görüyor.
Ve kendimize ait tüm içerikler arada sırada gözden geçirmeye değiyor.

******

Yine butik bir tatilin ardından gelen hislerle,
Ne mutlu öğrettiklerine, kattıklarına,
Ne mutlu bana ve ne mutlu daha olacaklarıma.
Ve ne mutlu, tüm yolculukların sadece 'kendim için' olduğu doğrusu ve doyumuna.



13 Mayıs 2019 Pazartesi

Yoga, şu anda.


Bazı hikayeler çok sürükleyicidir.
Sürükleyici olması, görece istenen ve kulağa güzel gelen olabilir.
Ama bu sürükleyicilik, basladığın noktadan bir çırpıda sonuna nasıl geldiğini anlayamadığın, hızlı akmasından duyduğun o haz içten içe seni mutlu ederken, sonuna vardığında bir o kadar hızlı tükettiğine yandığın bir duruma da dönebilir.
Doyumu, anlamı , arayışını sorgulatabilir.
Zihninin matematiği tam da istediğin gibi çalışırken, farkında olmadan yorabilir.
Farkına varmanı da beklemek istemeyebilir, çünkü kendince bir acelesi olabilir.
Durduğun yerle, olduğu yere istemsiz bir mesafe koyarken bunu olağan buldurabilir.

****

O yüzden belki de senin için aslolan hikayenin içinde kalmaktır.
Amacın o son'a bir an evvel ulaşmak olması değil de, içinde sürüklenirken sunulan seçimleri farketmek ve o seçimlerin etrafında biraz daha durup düşünmek olması olabilir.
Her seçimin seni yine bir sona yaklaştırmasındansa, gidiş yollarını genişletmeye izin vermek, daha doyumlu ve daha son'suz ihtimallerini gözlemlemek olabilir.
Herkes kendi hikaye döngüsünü yaşarken, yolculuğunda biraz hız kesmesinin şifasını hissedebilmek ve tüm o i,e,de,den hallerinde vakitsizce gezinmeyi bırakıp, yalin hali kesfetmeye alan yaratmak da böylece mümkün olabilir.
Çünkü hız, görmenin, duymanın, hissetmenin, hatta nefes almanin en yüzeysel hallerini sever.
Hali hazırda tek ve biricik bir hikayen varken ve kadersel de bir sonunun herkes için oldugunu biliyorken,
Yüzeyinden geçmek için fazlaca değerli kalabilir.
Sandığından daha derininden beslenmeyi hakediyor olabilir.

*****
Öğrenmek hep mümkün.
Ruhun kabını ederince doldurmak hep mümkün.
Yargılamadan, ağırlaştırmadan, yüklemeden.
Yalın ve derin halin, en naif buluşma noktasındaki o hislerle, seni yavaşlatan, farkına vardıran ve yeniden görebilmeni, gözlemleyebilmeni ve seçim yapabilmeni saglayan bir yol haritasi kullanmak gibi .
Mutlak olmanın diri, saygın ama aslında gerçek dışı halini bırakıp, küsürlü ve kusurlu kabuller yapabilmek gibi.

***

Kontrol edemediklerin de , yenilmek de oyuna dahil.
Kazanımlar sağlamak da,
Vermek de almak da.
Kaosun içinde yön kaybettiğini sanarken, çabasız bir eforla uyumlanmak da, yeniden düzenlenmek de.
Sonra yeni bir karmaşaya cesaretle adım atmak da.
Acının içinde olmak ve sonra gelecek yeni bir haz için alan açmak da.
Biraz daha, ya da yeniden şevkatli olmak da.
Önce kendi yoluna, sonra aydınlatabileceğine inandığın başka patikalar olduğuna inanmak da.
Baş kahraman da sensin, yan rol de.
Dönüşen de , dönüştüren de.
Bazen hikayenin kesiştiği, bazense teğet geçerken kokusunu hissettirdiği her varlığın kattıkları ya da aldıkları da.


****
Ve ihtimaller, hep var.
Yaşamın olağan bir akışı, hep var.
Merak, keşif, gözlem, anlayış, niyet, destek, dilek, his, denge, kök, güç, gülümseme, kahkaha, gözyaşı, acı, açlık, doygunluk, yara, ışıltı, huzur, nefes, ilgi, odak, keyif, çaba, çoğalan, azalan her ne ise,
Hepsi bir bütünün içinde,
Hepsi hikayene, hikayeme, hikayemize dahil.

***

Anladıklarım, aklıma kalan ve inceden aklıma yazdıklarım.
Her gün çoğalacağına, dönüşeceğine, besleneceğine, yeni kapılar açacağına inandığım.
Hikayemin her parçasını hissederek tamamlamaya niyetle, sade'ce nefes aldığım ve her halime kucak açmaya hazırlandığım.

****

Şu an'da olana,
Adının anlamına,
Hatırlattıkların,
Kattıkların ve daha paylaşacaklarımız için şükürle.
Namaste.

10 Nisan 2019 Çarşamba

Kitaptan hazineler..


Beklediğim hazinenin burnumun dibinde olabilme ihtimalini düşünüyorum şimdi.
Kısa bir şehirlerarası uçuşta, yolu yarılamış , hafif bir türbülans sebepli yiyecek servisini yarıda kestikleri ve o yarı nokta da tam bir ön sırama geldiği için içeceksiz kalmış, ama elimde tuttuğum kitap seçiminde kesinlikle günün şanslısıyım.
Çok sevdiğim bir dostumun bir kaç ay önce fotoğrafını paylaştığı ve benim de sorgusuz gidip kitabını aldığım, tanımadığım birinin , bir o kadar tanıdık satırları arasında öykü başına tesadüfi yolculuklar arasında gidip geliyorum.
Şanslı hissederek.
Çaktırmadan gülümseyerek.
Bu ikinci kitabı elimdeki.
Hevesle gidip kitap fuarından aldım. İyi ki almışım, iyi ki de bu kısa seyahat için çantama atmışım.
Bazen küçücük bir fotoğraf karesi alırsın hayattan ve aklına , aklının seyahat hızına yetişemediğin bir sürü noktacık düşer ve sen o noktaları tek tek birleştirirsin ya. Öyle de bir aydınlanma anı yaşattı bana.
Hani içine su serpilmiş gibi serinlediğin bir an vardır, ya da unuttuğunu sandığın evinin anahtarı aslında çantan yerine cebinde kalmıştır. Elini attığında bulmanın hazzını yaşarsın.
Bunlara benzer.
Bu küçük anları hemen es geçip , yetinmeyip şu harcamakta herşeyden bonkör davrandığımız zamana yenik düşürmek olmasa -ki kabul bazen bu bilinçli farkındalıktan kendimden soğuyorum- sandığımdan daha fazla hikayem olduğuna eminim.
Teğet geçirebilir, keyif aldığım bir vazifeye de memnuniyetle çevirebilirim.
Uçak yolculuğunda daha önce de böyle düşüncelerim olmuştu hatırlıyorum.
Basınç farkını seviyorum.
Ya basınç farkında ya da bağıl hızda daha iyi düşünebiliyorum.


***

Şimdiyse yeryüzündeyim.
Henüz iniş yaptı uçak.
Bir kitabın anlatımından ve yol boyu okuyabildiğim birkaç hikayeyeden geldiğim yere bak.
Yerçekimine karşı gösterilecek dirençlerimden ve öncesinde sabrı alınmış kabin içi halka karışmadan kısa bir vaktim var.
Bu kısa vakitte ise havada yakaladığım tüm ihtimal ve aydınlanmaları çantaya atmayı ve kendime hatırlaması kolay bu notu bırakmayı tercih ediyorum.
Hazine kesinlikle burnumun dibinde.
Gidip onu çıkartacağım ve bu sandığımdan kolay olacak.

5 Nisan 2019 Cuma

Uzun ince bir yolda..

Çok değil, 20 sene olmuş liseden çıkıp hayata adım atalı.
Yıllığa yazmıştım, "sıkı dur hayat ben geliyorum" diye.
O güzel gençlikle neyin dramını yaşıyorsam artık , öyle bir özgüven, öyle bir coşku ile.
Önce üniversitenin eski ama cidden çirkin binası ile vuruldum, sonra da yurt koridorlarının gereğinden fazla olan paylaşım dünyası ile yıkıldım.
Sonra ben burda ne yapıyorum, ne okuyorum, kim bu insanlar diye diye durumu taçlandırdım.
Ama olsundu.
Hayata sıkı dur diye ben ahkam kesmiştim , o da gerekeni yapmıştı, o zaman bunlarla ilgili bir derdim olamazdı.
Nitekim, olsa bile içinden çıkılacak hep bir yanyolu bulurdum.
Buldum da , bulduğumu sandım da, ama zamanın ve günün getirdiğinde en iyi tercih ne ise onu yaptım.
Ya da en iyi tercihi yaptığımı sandım.
Dönüp bakıp, şimdiki ben olsam diye düşündüğümde , imkan dahili tanımını orta direkle değiştiririr , yine de yan yolunda yan yolunu bulabilirmişim diyorum.
Ya da geri dönüşü olmayan ve aleyhine işleyen tek şeyin zaman olduğunu bilmek için yeterli muhakeme yeteğim olduğunu yoksaymış olmalıyım.
O anın doğrusunda odaklandığım her ne ise, hep bir adım sonrasına yatırım diye baktığım her ne ise, aslında ya birinden gördüğüm ya da olmamasındansa olsun peşinde olduğum içinmiş, farkına vardım.
İster kişisel gelişimim isterse kurduğum irili ufaklı tüm ilişkilerim için.
Güzel görünmüşlüğüne aldanmış , kendi doğrularım olmayabileceği ihtimalini vermemişim.
Özgüven mi demiştim ? hayata sıkı dur geliyorum derken?
Özgüvenli olamadığımı , başkaları için yaşadığımı ve bunun üzerini ise çok güzel kapattığımı anladım.
İçinde yaşarken de farkında olduklarım, aslında şu günün şartlarında zaman dahi ayırmayacaklarımmış mesela bunu kendime doğruladım.
İçinde yaşarken, yanından geçtiklerimdeyse, biraz daha üzerine gidebileceklerimin, sınırlarımı keşfedebileceğim bir sürü anın olduğunun ama bambaşka gerekçelerle yanından teğet geçtiğime de artık eminim.
Yaşadığım her an , mantığım ve kalbimin tatlı çekişmelerinde olmanın yolculuğundayım.
Yolculuğumu seviyorum.
Beni yoran kalbi kararlarıma, bazen ağır basan mantığıma, varmış gibi görünen kurallar setime, beklentilerime ve değerlerime yeni yönler arıyorum.
Değişmeyen tek şeçimim isyansızlığımı korumak oluyor ama bir farkla.
Şimdiye kadar isyan etmem gerekenin kendime doğru diye seçtiğim başkasının doğruları olabileceğini,
kendime hatırlattığım farklarla.
İşte şimdi anladığımda , çok değil 20 sene geçmiş derken o kadar rahat olamıyorum..
İçime dönüp, ışığı görmedim henüz ama,
Şükürü,
Şevkati,
Sağlığı ve şifayı önceliğime aldığım her haliyle, yolum güzel onu biliyorum.

3 Nisan 2019 Çarşamba

En Yakın Arkadaşının El Yazısı..

Ben hala anı yazmayı, el yazısından notları değişmem hiçbirşeye.
Bu bambaşka bir samimiyet. Gülümseten , mutlu eden ve bilirim ki çok içten.

Kızımın doğumu için tuttugum anı defteriıne bakıyordum az evvel.
Eski ve ömürlük dostların sayfalarını okurken -el yazılarından sebep- , yazdıklarının yanına, bir sürü güzel anı düşüverdi ve çok yakıştılar.

Biz dijital çağ nedir bilmezdik ortaokul lise zamanlarımızda.
Ama güzel yazar, güzel çizerdik.
Hem edebi metinsel severdik, hem de eğlencesini işin.
Özel bir gün olması da gerekmezdi, yazdıklarımızı paylaşmak için.
Ama her özel günde de mutlaka yazacaklarımız olurdu.
Küçüktendir öyleydik.
Yazmaktan hiç yorulmayan , kalemi tutusuna göre orta ya da yüzük parmağında nasır olan bır nesildik.
Takla attırırdık o.5 Rotringlere -illa sıfır beş olacaktı evet- ve yumuşak uçlusundan yana kullanarak tercihimizi.
Hey gidi.
Ta o zamanlarda, -çalıskan ama haşarı huyumuz kurusun- ders işlenirken en büyük zevkimizdi yazışmak.
Yani birbirimize not göndermek. Malum konuşmak olmazdı. Ama yazışmanın da yakalanmamak sorunu vardı.
Hem yazmaya, hem de yakalanmama heyecanına olsa gerek, bayılırdık.
Ve ta o zamanlarda aslında ilk onlıne sohbetı bulmuştuk da haberimiz yoktu.
Çünkü o zaman "0nline" diye birşey yoktu. Kelime olarak bile kullanmazdık.
Biz ona "paper chat" diye isim koymuştuk, İngilizcesi havalıydı çünkü kolejli çocuklardık.
Ama kagıt bildiğin teksirdi.
Bu eski nesil mesajlaşmada genelde küçük kağıtlar havadan uçarak ya da elden ele gelirdi ya.
Bu biraz farklıydı mesela. Büyük a4 boyut.
Boyutundan sonra en büyük farkı ise, konuşma çizgisi ile elden ele dolaşmasıydı bu kağıdın.
Yani bizim nam-ı diger "paper chat"'ın özelliği. Çoklu katılım mümkündü.
İstediğin kalemi, rengi kullanmak da serbestti üstelik.
Hem özgün, hem de özgür.
Elden ele gelirdi, havadan gidemeyecek kadar büyük olduğu için.
Ve biz adımızdan sonra bilirdik o yazının sahibini, kağıt bize ön sıradan mı arka sıradan mı gelmiş bakmadan, hatta ne yazdığını bile henüz okumadan.
Çünkü bilirdik 'o' yazan kim.

Bilirdik ve hala biliriz hangi yazıyı kimin yazdığını, herkesin kendini yansıttğı harf dizilimlerinde.
Gelen mesajda kim a'yı tersten yazmış, kim ne kadar boşluk bırakmış, hemen anlardık.
Şimdiki zamanın standart havasının aksine.
Üstelik bunu bilme duygusu, öyle böyle bir sahiplenmedir ki, yazılandan bağımsız, öylesine bir anda bir sürü anıyı döküverir önüne.
Dinlediğin bir müzik gibi, gördüğün bir fotoğraf karesi gibi, aldığın bir koku gibi.
İşte bence bu paylaşılabilen en güzel ayrıcalık.

*****
Bazı seylerı bilmek ve sonsuza kadar saklayabilmek çok güzel.
En yakın arkadaşının el yazısı gibi.
Ömürlük.

30 Ocak 2019 Çarşamba

'Subtropik Prenses' Ünsüzü

Blog açtım hey hat!
Hem de Paris'ten döndüğüm gün.
Çok havalı bir giriş belki ama tam da öyle oldu.
2007 yılının bahar kokulu Nisan ayıydı.
En yakın iki çocukluk arkadaşımla - aslında başka annelerden kızkardeşlerim desem daha doğru- bir haftalık tatlı bir buluşmadan dönmüştüm.
Blog fikri için sadece şu sahne yetmişti zaten :
Ta Paris'e kadar taşınan, içi anılarla dolu kartondan bir koli tam aramızda, kadehlerimizde en güzelinden bir Fransız şarabı, pijamalar üstümüzde, 1+0 evin en kullanışlı yekpare kanepesinde dipdibe oturmuşuz, yakmışız loş bir ışık, açmışız fona bir müzik, ortaokul-lise günlerini yadediyoruz. Kahkahalar havada, arada gözlerden sızıntı biraz da yana kayan cümleler var..
Öylesi güzeliz yani. Neye yetmesin?
Birbirimizi yeniden yakalamış ve nefis bir enerji bulmuşuz yine.
Hani yillar geçse de buluştuğun ilk dakikadan itibaren olduğun yerden sanki hiç ayrılmamış, hiç onca arayı vermemiş gibi olursun ya, öyleyiz. Konustukça konu konuyu açıyor, henüz facebook yeni açılmış, ortaya daha da bir malzeme çıkıyor. Sonra o kolideki mektuplar, notlar, hediyeler, elden ele geçtikçe, nerelerden alıp nerelere götürüyor belli değiliz.
İçimizdeki belki de en duygusal , en zeki , en hareketli, en yaratıcı, en içten, en tatlı dost olanı, hayatımın bir sürü anında bence kendi bile farkında olmadan bana hep ilham kaynağı, hep bi cesaret veren minik panda'mdı değil miydi?
O tatlı panda kadın bana bir 'Parizyen Ay Lambası' yakmıştı bu buluşmada.
Ne güzel çocuklardık.. Çok paylaşır, çokça yazardık. Duygularımızı, yaşayamadıklarımızı, çok istediklerimizi, keskin düşüncelerimizi, en çok da hayallerimizi. Yetmemişlikten ya da alışkanlıktan, üniversitede de devam etmiştik, hem de mektupla..
Onlar da çıkmıştı o hazine koliden, aferin demiştik kendimize, teşekkür etmiştik çocuk kalbimize..
Bir yandan da kadeh tokuşturmaya bahane cümleler kurmaya devam ediyorduk pek tabi..
Ama işte nicedir başka gündemler, şehirler, ülkeler, öncelikler girdiğinden ve malum o iş hayatı denen yeni dünyaya yenice girip henüz 'oriente' olmaya çalışırken, ara vermistik ister istemez.
İşte biz o gün, dipdibe o kanepede an'ı yaşarken, uzaktan bizi izleyen 'ben yanıma' bir fikir gelmişti çoktan.
Ben de hazır o an, çocukluğumun yeşil ışığı gibi asılı duran o enerjiyi havada yakalamışken bırakmamıştım.
Yanımda getirdim.
Ayağımın tozuyla, önce kokulu bir sürü peyniri dolaba yerleştirmiş, ardından da magnetleri yapıştırmıştım.
Valizi de boşalttıktan sonra, çayımı alıp laptop'u açmış, internete bağlanmış ve ilk iş bir template seçmiştim.
Blogspotta.

****

Biraz isim düşündüm , yazdım sildim.
Kendi kendime, burası benim yerim, benim evim, benim özgürlük alanım dediğimi dün gibi hatırlıyorum. Heyecan basmıştı daha kelimeleri dökmeden.
Duygularım olacak, bazen sakin , bazen coşkulu dedim.
Ama kimse de karışamayacaktı bana, o kadar ki sevmek de usulünce sövmek de serbest olacaktı.
Hem kendi halimde olacaktım, hem de herkesin ulasmasını isteyeceğimden cazibeli olacaktım.
O zaman bir 'ada' olurdu yaşayan bir cografya olsa dedim.
Ama benimki biraz yağmur adası gibi olmalıydı.
Her adanın iklimi farklıdır dedim.
O zaman benim iklimim üşütmemeli , çok da bunaltmamalı, arada bir esip yağıp geçmeli, ama sonra içini açmalı dedim.
sanki , Subtropikal.. Evet böyle olsun.
Palmiyeleri de çok severim oldum olası.
O zaman ismi koydum bile. "Subtropikal Yağmur Adası".
Beyaz fon yaptım, siyah fon yaptım. Sonra siyah fona pembe yazdım. Tamam dedim. Oldu.
ilk yazıyı Ege tadında başlattım.
Ara Cafe'de İzmir hikayemden bir başka kadim dost ile yaptığımız 'ege kahvaltısı' -hala menüsünde olsa gerek- tadında olsun istedim.
Gevrek, peynir, domates, kekik ve çay ile. İlk cümleler bir o kadar yalın, bir o kadar da lezzetli olsun diye.
Böyle başladı işte tüm hikaye. Paris'ten döndüğüm o Nisan günü.
İyi ki!

*****

Sonrasi zaten , tıpkı bunda olduğu gibi kendiliğinden akan kelimelerden küçük ve devrik hikayelere döndü.
Sadece bir resim karesi, sadece bir an'lik duygu, bir yolculuk, bir kayıp, bir kazanım.. ile yol aldı.
İçinde hep ben oldum.
Benle konuşup, sana anlattı.
Düz oldu, ters oldu, eğri oldu anlattıklarım.
Uçan bir kuş da oldu, bir bardak kahve de, portakal kabuğu da, yağmur da, güneş de, aşk da, ayrılık da..
Bana mahsustu.
Yorumlayanlar oldu, takip edenler oldu, ilham verenler, cesaretlendirenler, her gün heves ettirenler oldu.
Kim girdi, nerden girdi diye bir ölçüm bile koydurdular bana. O yoklukta.
Beğenilme, okunma aşısını o zamandan yaptılar kalbimden, iyi hissettim. Azdilar belki ama çok iyi hissettirdiler.
Sonra avatar diye birşey girdi hayatimiza. Ada sakinliğim kimliklendi.
Benim blog'un adı da, biraz palmiyelerden biraz da erken kaybım 'amcam'dan sebep, değişti.
Prenses yaptı kendini.
Ama öyle tütülü, cicili, bicili değil.
'Subtropik Prenses'.
Havalı ama havasına da güven olmayanından.
Ben onu çok sevdim. Hala da çok severim.
Sonra az biraz daha zaman geçti, template'i de degistirdim. Beyaz fonladım.
Blog pet evlat edindim, adına 'Ada' dedim. Nerden bilirdim on sene sonra kendi evladıma 'Ada' diyeceğim :)

****
On yıl öncesi blog dünyası.
Çok azdık o zamanlar. Hala bakarım takip ettiklerime.. çoğu yazmayı bırakmış ya da arada sırada uğramış , tıpkı benim gibi, özleyip ihmal ettiğine yanmış.
Bazıları ise yürümüş gitmiş..
Bıraktığım biz 'iz' olunca, tuttuğun günlüğünden 'açığa alınmış' gibi özlüyorsun çünkü.
Geriye dönüp okuduğumda, beni o ana götürebilen bir zaman makinesi gibi olunca, ihmal etmek yakıyor hakikaten. Zamanı siliyor öncelikler değişince.
O öncelikleri de biz yaratıyoruz kabulüm , ama inanın, hafızanıza ne kadar güvenseniz de bir daha toparlanmıyor o duygular aynı yere, ondan sebep de aynı cümle bir daha çıkmıyor.
Çünkü hayat böyle. Ne kadar emek o kadar sonuç.
Ne kadar sıkı tuttun, o kadar senin.
Ne kadar hayal ettin, o kadar eriştin, yenisine yer açtın.

****

Hikayeyi kapatırken düşünmeden edemiyorum.. Acaba heyecanla basladığımı, on yıl önce daha sıkı tutsaydım, şimdi ünlü bir blogger olur muydum?
Dönüşebilir miydim baska birşeylere.. ilham olabilir miydim birileri için?
Yani olabilir miydim?
Bunu hiçbir zaman bilemeyecektim. Çünkü denemedim.
Peki, tıpkı bu hikaye gibi , hayatta bazı şeyleri pas geçenler burada mı?
Bakarsınız belki 'kayan kapılar teoremi'nde olduğu gibi gidiş yolunu degiştirseniz de hayat aynı sonuca bağlanır.
Ben şimdilerde biraz bağladım. Burdan sonrası artık yeni hikayelere açıldı.
Ama hala ünlü degilim :)

24 Ocak 2019 Perşembe

Anı'msasak da mı Saklasak?

Bazı anımsatıcılar olmasa, belki de 'en kıymetli' özelligimiz unutkanlığımız yüzünden hatırlamıyoruz birçok şeyi.
Sonra neden tarih tekerrürden ibarettir diye soruyoruz.
Şayet kayda alınmışsa ve hoş içerikse o kayda alınanlar, 'kayıtlı anımsama'nın en güzel yani, koskoca bir "iyi ki" geçirmek oluyor içinden.
İyi ki diyorsun , yazmışsın, çizmissin, boyamışsın, dinlemişsin, izlemişsin, koklamışsin, çekmişsin..
Ben bu tarafındayım. Hoş tarafında.
Sonra, öyle zamanların olduğunu farkediyorsun ki,
Küçük kırılımlarda koyulan noktalar mı dersin, noktalı virgülle açıklanmaya çalışılanlar mı?
Bir bakıyorsun hepsinin coşkusu aslında yaşandığı an'da kalmış, sen anımsatıcına şükür sadece şevkatle sarmalamayı seçiyorsun, anımsadığın her ne ise.

İşte öylesine karıştırdığım iyi ki' lerimin içinde hatırladım, küçük evimin, küçük salonunun bir zamanlarımın nasıl da terapi akşamlarıma döndüğünü..
O zamanlarda, zaman geçsin, hiç düsündürmesin, zaman kendime yetsin diye yazardım.
Bolca yazardım..
Daha üzgün ya da daha muhtaç hissettikçe daha da çok.. sanki yazdıkça cesaretim artardı.
Hayat besinim biraz azaldığında, onunla beslenirdim.
Ne iyi gelirdi.

Mesela, başka bir derdim de milyon küçük parça birleştirmekti.
O milyon sayıda küçük parçacıklari alır, günlerce masanın üzerinde birlestirmeye çalışır , kendisine şaheser tanımını yapacağım o son parçayı koyana kadar da sonsuz keyif alırdım.
Aynı mavileri sabırla birlestirip gökyüzünün en küçük ölçekli bulutunu olusturur , gülümser, kendimle gururlanırdım.
Birleşen her parçada artan cesaretimden olsa gerek , son parçaı koyunca olusan kendimce şaheserimi, çerçeveleyerek taçlandırırdım.
Hayat da böyle yapıp-bozmalardan, bozup-yapmalardan ibaret değil mi?
Düşünsenize ne kadar küçük parça var aslında etrafımızda..

Kayıtlı anımsamalarım bir taraftan da hatırlatıyor ki; aslında hayatımın kırılma dönemleri hep olmuş.
Benim de o kırılmalara hep bir cevabım. Cevaba giden yöntemlerin hepsinin -gururla- kendimce olduğu hem de.
Kırılmaların arası bazen kısa bazen uzun olmuş.
Kırılma bazen gerçekten kırıldığımdan, bazense gerçekten karmaşada boğulduğumdanmış.
Bazen de güzellikten satırları atlamaktanmış.
Ama hep bir gidiş yolu varmış. Düştüğümde kendi kendimi kaldırmamı sağlayan.
Şükür unsurum, hep kendime güvenmemi hatırlatanım.
Zaman tünelinden öylesine karşıma çıkarıp aklıma görüntüsü düştüğünde de 'iyi ki' dedirtenim.
Zaten yediğine içtiğine güvenin yokken, kendimi iyilikle besleyenlerim.

Anımsamak güzel o yüzden. Çünkü hayat bir akış. Kırılmalarla, başlangıçlarla, geçişlerle ve bitişlerle dolu.
O yüzden, yazmalı, çizmeli, boyamalı, koklamalı, birleştirmeli, fotoğraflamalı.
İz'lerin olmalı arkanda bıraktığın.
Belki de eskici kutularına koymalı üşenmeden, tıpı ilk gençlik zamanlarındaki gibi.
Ya da çerçeveleyip duvarlarına asmalı.
Gözünden uzak kalmasın ,gönlünden öteye kaçmasın diye.
Yapmalı ki, seni sen yapan parçaları ara sıra tarihin 't' anından çekip, şimdi'nle birleştirip, her eksilen parçan için kendini yeniden tamamlamalı.

*****
Bu günlerde de kırılan birşeyler var, ama ayakları belki de geçmiş 'on yıla meydan okurcasına' daha bir yere basıyor.
O yüzden dönüşen, dönüştüren her ne ise anlam katmaya çalışıyor, iz'leri daha da belirginleştirebileceğim zeminler arıyorum.
Zeminleri de güvene almaya.
O güvenli zeminlerin de güzel şeylere vesile olmasını gönülden diliyorum.

Önce kendime şevkatle, etrafımızı çevreleyecek iyiliklere niyetleniyorum.
Anımsayacağımız hoş anlarımız bol, hatırlattığında 'iyi ki'lerimiz çok,
O 'iyi ki'ler de hepimize şifa olsun.







12 Ocak 2019 Cumartesi

Yeniden Tersinden.


Ters köprü diye birşey var.
Beceri haneme yeniden katabildiğim, kendimi çok iyi hissettiren, kafamda cimri cümleler kurdururken, sürekli muzur bir gülümseme takındıran.
Bir süredir her ters köprü kurmaya heveslendiğimde kendime de bu 'iyi halin' nedenini soruyorum.
Kollarından aldığın güçle, sıktığın karnını yukarıya kaldırıp belden bir kavisle gök yüzüne uzanırken, ayakları da yere sıkı basmak hiç kolay değil aslında.
ve bunu yaptığında, kafandaki o karmaşanın bir anlığına da olsa başaşağı kayması da öyle.
Rutinleri sevmek güzel,bozmak zordur ya, onun gibi birşey.
Bir o kadar da isyan duygusu gibi.
Bastırılamaz coşkusu var içinde. İnatçı, dirençli ama yaptığına memnun.

'Altının üzerinden daha iyi olduğunu nerden bileceksin' klişesine anlam kattığından mı yoksa beni götürdüğü güzel anılarım mı var altında diyorum.

Düşününce,
ters köprüyü her kurduğumda, yer değiştiren düşünceler galiba en çok,
henüz içten yanması bol, hisleri körpe, kendi küçük harikalar diyarımın olduğu yaşlarımdaki o genç odamın orta yerine ışınlıyor beni.
Sonra o odadaki iki katlı ama özel yapım ahşap ranzamızın, kalın, ahşap merdivenine.
Sonra da canım sıkıldığında hep büründüğüm bir şekle.
Ranza merdiveninin son basamağından bacaklarımı geçirip de dizimden kıvrılıp sabitlendiğim, kendimi yavaşça geriye doğru başaşağı bırakıp salındığım, komik duruşlu hallerime götürüyor, evet.

Hani başaşağı gözlerimi devirdiğimde, odamı da başka bir açıdan görmemi mümkün kılan, asılı o halimde göz hizama takılan sevdiğim şeylere.
Hareketi sevdiğimden, gözüme güzel gelen posterlerin bazılarının ters asılı olması da ondandı zaten.
Tam da bu galiba.
Başağı meditasyonu.
Ondan mıdır gerçekten bu hisler?

Şimdi daha derin düşününce ve hayattaki küçük tesadüflerle öğrendiğim bilgilerden noktaları birleştirince daha iyi anlıyorum.
Bir nevi oryantasyon denilen şimdilerde.
Önce bulduğun güzel bir nesneye odaklanıp, oradan da becerebildiğince kendine kaydırabilmen hikayeni. o anın duygusuyla.
ya da benim yaptığım gibi, güzel şeyler hissettiren o posterleri, baktığımda düz görebilmek için tersten asmakla.
şu an gözümün önündeymiş gibi gelebilen her detayıyla, hissettirdikleriyle, uzunca bakmalarımla, bana ulaştırıyormuş beni.

Hislerim kendimden büyük olabilir miymiş o zamanlar?

O zaman, uzunca bir aradan sonra, iyi hissetmenin en hınzır ve zinde bahanesi, yeniden yapabildiğime sevindiren 'ters köprü'lerim iyi ki var.
Hayata arada tersten baktırabildiği için.
Başaşağı dünyamı hatırlattığı ,
Düşüncelerime ters köşe yaptırırken, en olağan halimle beni bana hatırlattığı için.



7 Ocak 2019 Pazartesi

Yeni Yıl, Yeni Şans...

Bu da yaklasan yeni bir yılın kuru portakal kokusunda toplasmış umutlarının, kırmızı ekoseli kurdelesini takınıp hosgelsin yazısı olsun diye başlamıştım.
Biten yılın son haftasında.
Hafta bitti, yenisi geldi bile çoktan, ama yazı kaldı.
Çünkü, yılın o en guzel zamanı, bence en güzel haftasında, duygular bende hiç değişmiyor.
Evleri süsleyen, o ruhu bizimle taşıyan ağaçların yanıp sönen ışıkları, kırmızıdan kakuleler, narlar, kar yağmis çamlar, kozalaklar, zencefilli kurabiyeler..
Yazarken bile tarçin kokusunu burnuma getiriyor.
Yaş aldıkça satıraralarında kendime hatırlatmadan edemedigim , sağlıklı her günün şükür hissi baki ama ben o son dönemeçteki umut fırtınasına bayılıyorum.
Hep yaptığım gibi ve bu güzel enerji, bu hafta kendiliğinden degisimi tetiklediğinden olsa gerek , kendime iyi gelenleri yapmanın haklı mutluluğu taşıyorum.

*****

Bu hafta zaten enerji güzeldi, madem güzel, dağılmadan dosdoğru aksın, aktıkça çogalsın, çoğaldıkça şifalandırsın istedim.
Kendi küçük dünyamda, kendi niyet halkamda.
O şifa, özenmek olabilirdi.
Uzaktaki kadim bir dostun, komşunun ya da sevdiğin birinin yüzünde küçük bir tebessüm görmek için.
O şifa, uzundur görmediğin bir yeni nesil dostla kahve sohbeti de olabilirdi.. hatta o kahvenin bahanesinde sürpriz bir kapının açılacağını dahi bilemediğin..
Neyle ilgili olduğu değil de, kalpten dokunmasıydı meselem.
Birine küçücük de olsa iyi gelmek, iyi hissettirmek..
Bir kez daha; özendikleri, özenine değecekleri olmalı insanın dedim.
Çokluğu sayısından değil hissettirdiklerinden gelen.
Kurulacak güzel cümleleri, herşeye rağmen keşke'den çok iyi ki'leri olmalı dedim sonra.
Hissettirdiklerine şükrettim.
Ve umutla, iyi niyetle,
kendine notlar aldım, küçük süprizler yaptım, yazdım, çizdim..
Çocuk yanıma seslendim, kendime odaklandım.
Kendime odaklanmanın en güzel zamanı nasılsa dedim.
İnadindan kuruyacak, senelik çakılı duran maddeleri de olsa, yıllar yıllar boyu taşınsa da o defterden bu deftere, o "yapılacaklar listesi" telaşını da bir güzel yaşadım.
Kendime teşekkürüm, dönüşmeye açıklığıma karıştı.
Şimdiden sevdim ve kendime şans diledim.
Güzellikler getirsin istedim.

****

Yazı bambaşka başlamıştı aslında, ama yeni yılın bu ilk haftasında birşeyler geriye dönüp yeniden bakmamı istemişti belli.
Dönüp baktım, gülümsedim, 'doğru yoldayız' dedim.
Demek ki, aslında başladıklarımı bitirmeliydim.
Önce kırmızıdan balonları getirdin.
Bana dilemesi düştü, sonra uçurup gökyüzüne hevesle gözden kaybolmasını beklettin..
Bana eski bir dost ziyareti hediye ettin, bilemezsin neler gizlendi o gözlere, nelere iyi geldin..
Aslında yapmak istediklerime şimdiden müsaade ettin, hatta birkaç çizik attırmama bile izin verdin.
Daha çok yapacak işimiz var.
Önce sağlık, sonra niyet ve yolun sonu güzellik olsun.

İyi yıllar.

****