30 Ocak 2019 Çarşamba

'Subtropik Prenses' Ünsüzü

Blog açtım hey hat!
Hem de Paris'ten döndüğüm gün.
Çok havalı bir giriş belki ama tam da öyle oldu.
2007 yılının bahar kokulu Nisan ayıydı.
En yakın iki çocukluk arkadaşımla - aslında başka annelerden kızkardeşlerim desem daha doğru- bir haftalık tatlı bir buluşmadan dönmüştüm.
Blog fikri için sadece şu sahne yetmişti zaten :
Ta Paris'e kadar taşınan, içi anılarla dolu kartondan bir koli tam aramızda, kadehlerimizde en güzelinden bir Fransız şarabı, pijamalar üstümüzde, 1+0 evin en kullanışlı yekpare kanepesinde dipdibe oturmuşuz, yakmışız loş bir ışık, açmışız fona bir müzik, ortaokul-lise günlerini yadediyoruz. Kahkahalar havada, arada gözlerden sızıntı biraz da yana kayan cümleler var..
Öylesi güzeliz yani. Neye yetmesin?
Birbirimizi yeniden yakalamış ve nefis bir enerji bulmuşuz yine.
Hani yillar geçse de buluştuğun ilk dakikadan itibaren olduğun yerden sanki hiç ayrılmamış, hiç onca arayı vermemiş gibi olursun ya, öyleyiz. Konustukça konu konuyu açıyor, henüz facebook yeni açılmış, ortaya daha da bir malzeme çıkıyor. Sonra o kolideki mektuplar, notlar, hediyeler, elden ele geçtikçe, nerelerden alıp nerelere götürüyor belli değiliz.
İçimizdeki belki de en duygusal , en zeki , en hareketli, en yaratıcı, en içten, en tatlı dost olanı, hayatımın bir sürü anında bence kendi bile farkında olmadan bana hep ilham kaynağı, hep bi cesaret veren minik panda'mdı değil miydi?
O tatlı panda kadın bana bir 'Parizyen Ay Lambası' yakmıştı bu buluşmada.
Ne güzel çocuklardık.. Çok paylaşır, çokça yazardık. Duygularımızı, yaşayamadıklarımızı, çok istediklerimizi, keskin düşüncelerimizi, en çok da hayallerimizi. Yetmemişlikten ya da alışkanlıktan, üniversitede de devam etmiştik, hem de mektupla..
Onlar da çıkmıştı o hazine koliden, aferin demiştik kendimize, teşekkür etmiştik çocuk kalbimize..
Bir yandan da kadeh tokuşturmaya bahane cümleler kurmaya devam ediyorduk pek tabi..
Ama işte nicedir başka gündemler, şehirler, ülkeler, öncelikler girdiğinden ve malum o iş hayatı denen yeni dünyaya yenice girip henüz 'oriente' olmaya çalışırken, ara vermistik ister istemez.
İşte biz o gün, dipdibe o kanepede an'ı yaşarken, uzaktan bizi izleyen 'ben yanıma' bir fikir gelmişti çoktan.
Ben de hazır o an, çocukluğumun yeşil ışığı gibi asılı duran o enerjiyi havada yakalamışken bırakmamıştım.
Yanımda getirdim.
Ayağımın tozuyla, önce kokulu bir sürü peyniri dolaba yerleştirmiş, ardından da magnetleri yapıştırmıştım.
Valizi de boşalttıktan sonra, çayımı alıp laptop'u açmış, internete bağlanmış ve ilk iş bir template seçmiştim.
Blogspotta.

****

Biraz isim düşündüm , yazdım sildim.
Kendi kendime, burası benim yerim, benim evim, benim özgürlük alanım dediğimi dün gibi hatırlıyorum. Heyecan basmıştı daha kelimeleri dökmeden.
Duygularım olacak, bazen sakin , bazen coşkulu dedim.
Ama kimse de karışamayacaktı bana, o kadar ki sevmek de usulünce sövmek de serbest olacaktı.
Hem kendi halimde olacaktım, hem de herkesin ulasmasını isteyeceğimden cazibeli olacaktım.
O zaman bir 'ada' olurdu yaşayan bir cografya olsa dedim.
Ama benimki biraz yağmur adası gibi olmalıydı.
Her adanın iklimi farklıdır dedim.
O zaman benim iklimim üşütmemeli , çok da bunaltmamalı, arada bir esip yağıp geçmeli, ama sonra içini açmalı dedim.
sanki , Subtropikal.. Evet böyle olsun.
Palmiyeleri de çok severim oldum olası.
O zaman ismi koydum bile. "Subtropikal Yağmur Adası".
Beyaz fon yaptım, siyah fon yaptım. Sonra siyah fona pembe yazdım. Tamam dedim. Oldu.
ilk yazıyı Ege tadında başlattım.
Ara Cafe'de İzmir hikayemden bir başka kadim dost ile yaptığımız 'ege kahvaltısı' -hala menüsünde olsa gerek- tadında olsun istedim.
Gevrek, peynir, domates, kekik ve çay ile. İlk cümleler bir o kadar yalın, bir o kadar da lezzetli olsun diye.
Böyle başladı işte tüm hikaye. Paris'ten döndüğüm o Nisan günü.
İyi ki!

*****

Sonrasi zaten , tıpkı bunda olduğu gibi kendiliğinden akan kelimelerden küçük ve devrik hikayelere döndü.
Sadece bir resim karesi, sadece bir an'lik duygu, bir yolculuk, bir kayıp, bir kazanım.. ile yol aldı.
İçinde hep ben oldum.
Benle konuşup, sana anlattı.
Düz oldu, ters oldu, eğri oldu anlattıklarım.
Uçan bir kuş da oldu, bir bardak kahve de, portakal kabuğu da, yağmur da, güneş de, aşk da, ayrılık da..
Bana mahsustu.
Yorumlayanlar oldu, takip edenler oldu, ilham verenler, cesaretlendirenler, her gün heves ettirenler oldu.
Kim girdi, nerden girdi diye bir ölçüm bile koydurdular bana. O yoklukta.
Beğenilme, okunma aşısını o zamandan yaptılar kalbimden, iyi hissettim. Azdilar belki ama çok iyi hissettirdiler.
Sonra avatar diye birşey girdi hayatimiza. Ada sakinliğim kimliklendi.
Benim blog'un adı da, biraz palmiyelerden biraz da erken kaybım 'amcam'dan sebep, değişti.
Prenses yaptı kendini.
Ama öyle tütülü, cicili, bicili değil.
'Subtropik Prenses'.
Havalı ama havasına da güven olmayanından.
Ben onu çok sevdim. Hala da çok severim.
Sonra az biraz daha zaman geçti, template'i de degistirdim. Beyaz fonladım.
Blog pet evlat edindim, adına 'Ada' dedim. Nerden bilirdim on sene sonra kendi evladıma 'Ada' diyeceğim :)

****
On yıl öncesi blog dünyası.
Çok azdık o zamanlar. Hala bakarım takip ettiklerime.. çoğu yazmayı bırakmış ya da arada sırada uğramış , tıpkı benim gibi, özleyip ihmal ettiğine yanmış.
Bazıları ise yürümüş gitmiş..
Bıraktığım biz 'iz' olunca, tuttuğun günlüğünden 'açığa alınmış' gibi özlüyorsun çünkü.
Geriye dönüp okuduğumda, beni o ana götürebilen bir zaman makinesi gibi olunca, ihmal etmek yakıyor hakikaten. Zamanı siliyor öncelikler değişince.
O öncelikleri de biz yaratıyoruz kabulüm , ama inanın, hafızanıza ne kadar güvenseniz de bir daha toparlanmıyor o duygular aynı yere, ondan sebep de aynı cümle bir daha çıkmıyor.
Çünkü hayat böyle. Ne kadar emek o kadar sonuç.
Ne kadar sıkı tuttun, o kadar senin.
Ne kadar hayal ettin, o kadar eriştin, yenisine yer açtın.

****

Hikayeyi kapatırken düşünmeden edemiyorum.. Acaba heyecanla basladığımı, on yıl önce daha sıkı tutsaydım, şimdi ünlü bir blogger olur muydum?
Dönüşebilir miydim baska birşeylere.. ilham olabilir miydim birileri için?
Yani olabilir miydim?
Bunu hiçbir zaman bilemeyecektim. Çünkü denemedim.
Peki, tıpkı bu hikaye gibi , hayatta bazı şeyleri pas geçenler burada mı?
Bakarsınız belki 'kayan kapılar teoremi'nde olduğu gibi gidiş yolunu degiştirseniz de hayat aynı sonuca bağlanır.
Ben şimdilerde biraz bağladım. Burdan sonrası artık yeni hikayelere açıldı.
Ama hala ünlü degilim :)

0 tropikal esinti var..: